Rus Dış Politikasının Evrimi: Doktrinler, Kimlik ve Ukrayna Savaşı

Yazar: Aslan Istepanov

ÖZET

Bu makale, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan Rus dış politikasının dönüşümünü detaylı bir şekilde incelemektedir. Rus dış politikasının tarihsel güvenlik endişeleri, “yakın çevre” üzerindeki etki alanını koruma prensibi ve “medeniyet milliyetçiliği” gibi ideolojik kavramlar etrafında şekillenmeye devam etmektedir. Özellikle Vladimir Putin döneminde pekişen Rus dış politikası doktrini, çok kutupluluğu ve Rusya’nın “ayrıcalıklı çıkar alanı” olarak gördüğü post-Sovyet coğrafyasındaki hegemonyasını vurgulamıştır. Makale, Ukrayna krizini bu dönüşümün en önemli yansıması olarak ele alarak, Rusya’nın “medeniyet milliyetçiliği” ve “Russkiy Mir” gibi kimliksel anlatılar ile jeopolitik çıkarlarının bu çatışmada nasıl iç içe geçtiğini analiz etmektedir.

 

Rus Dış Politikasının Evrimi: Doktrinler, Kimlik ve Ukrayna Savaşı

I. Giriş

2022 yılında başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtıyla birlikte uluslararası kamuoyunun gözleri bir kez daha post-Sovyet coğrafyasına çevrilmiştir. Batılı aktörlerin Rusya karşıtı konsolidasyonu, Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar ve Ukrayna’ya sağlanan askeri-ekonomik yardım; bu savaşın uluslararası güvenlik bağlamındaki önemini ve belirleyiciliğini dikkatle ele almayı gerektirmektedir. Batı medyasının kurduğu “otoriterliğe (Rusya) karşı özgürlükçülüğün-demokratlığın (Ukrayna) savaşı” anlatısının ötesine geçebilmek ve durumu daha katmanlı okuyabilmek adına, tarihsel kimlik inşası ve jeopolitik çekişmelere bağlı dış politika doktrinleri titizlikle incelenmelidir.

II. Rus Dış Politikası ve Tarihsel Doktrinleri

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana, Rusya’nın dış politikası önemli bir dönüşüm sürecine girmiştir. Boris Yeltsin’in başkanlığı sürecinde serbest piyasa ekonomisine geçiş, yeni bağımsız olmuş Sovyet ülkeleri ile kurulan ekonomik, askeri ve politik diyalog platformları gibi girişimler ve konsolide edilmeye çalışılan yeni bir “Rus politik ve sosyo-kültürel kimliği” inşası Rusya’nın 1990’lı yıllardaki başat ajandasını belirleyen unsurlar olmuştur. Bu bağlamda, Rusya başlangıçta Batı’yı siyasi bir müttefik, aynı zamanda da ekonomik ve siyasi kalkınma açısından rol model olarak almıştır. Buradan hareketle Yeltsin NATO’ya katılma arzusunu da dile getirmiş ve Rusya’nın Avrupa Topluluklarına (günümüzde Avrupa Birliği) entegre olması yönünde politika üretmiştir.

i. Kozyrev Doktrini

Yeltsin hükümetinde görev alan Rusya’nın ilk Dışişleri Bakanı Andrei Kozyrev, eşit ve karşılıklı yarar sağlayan ilişkiler vurgusuyla Batı ile stratejik bir ortaklık kurulmasını savunmuştur. İleride “Kozyrev Doktrini” olarak anılacak bu paradigma, Rus dış politika tarihinde kısa ama önemli bir liberal dönemi temsil etmiştir. Bu doktrin, Sovyetler Birliği sonrası Rusya’yı Batı liderliğindeki küresel düzenin bir parçası olarak hayal etmiş ve çatışma yerine işbirliğine öncelik vermiştir. Ancak bu açıkça Batı yanlısı dış politika dönemi kısa sürmüştür. Çünkü Kozyrev Doktrini’ne muhalif olanlara göre Yeltsin, çökmekte olan bir Sovyet sistemi miras almış ve bu da Rusya’nın uluslararası alanda veya “yakın çevresinde” hegemonyasını kuramayan zayıf bir devlete dönüşmesine neden olmuştur. Muhalifler, Yeltsin’in Rus toplumunu Batı’ya entegre etmeye çalışarak ve büyük güç imajını terk ederek Rusya’yı zayıflattığını düşünmüştür. Yugoslavya’daki savaş, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve Rusya’yı ekarte etmek için tasarlanan gaz boru hattı projeleri gibi olaylar, tek kutuplu uluslararası sistemin Rusya açısından oluşan dezavantajlarını ortaya çıkarmış ve Batı yanlısı duygulardan uzaklaşmaya yol açmıştır. Rus dış politikası çalışmalarında hep vurgulanan “yakın çevre” konsepti hem realist jeopolitik hem de kimliksel sembolizm bağlamında Rusya’nın dış politika davranışlarını anlamak için kritik bir öneme sahiptir. Bu konsepte göre Rusya’nın jeopolitik çıkarları ve güvenliği için post-Sovyet ülkeleri üzerinde etki alanını koruması gerekmektedir.[1]

ii. Primakov Doktrini

1998 yılında Andrei Kozyrev’in istifasından sonra göreve gelen yeni dışişleri bakanı Yevgeni Primakov, günümüze kadar gelen yeni Rus dış politikası doktrininin temellerini atan kişidir. Primakov Doktrini çok kutupluluğu vurgulayan, Rusya’yı dünya ekonomisine entegre eden ve kritik noktalarda ABD’nin girişimlerine karşı çıkan bir sistem ortaya koymuştur. Bu doktrin, Batılı güçlere karşı daha pragmatik, şüpheci ve mesafeli bir tutumun temelini oluşturmuş ve yakın çevredeki devlet çıkarlarına odaklanmıştır. Vladimir Putin’in 1999-2000 yılları arasında devlet başkanlığı makamına gelişiyle Yeltsin döneminde ortaya konan Batı tarzı politik ve ekonomik kurumsal dönüşüm durdurulmuş hatta tabiri caizse tersine dönmüştür. Putin, medya ve enerji sektörü dahil olmak üzere temel endüstriler üzerinde kontrolü ele geçirerek gücünü merkezileştirmiştir. Bu durumla eş zamanlı olarak yükselen petrol fiyatları sayesinde gerçekleşen ekonomik kalkınma Putin’in siyasi hegemonyasını konsolide etmiş ve politika üretebilme kabiliyeti bağlamında büyük bir alan açmıştır. Putin, uluslararası sistemde Rusya’nın ABD ve Çin ile birlikte dünyanın üç süper gücü arasında yer alması yönündeki hedefini açıkça dile getirmiştir. 2005 yılında, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü “geçtiğimiz yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olarak nitelendirmiş[2], bu açıklama —tartışmalı olarak— Batı’da endişe verici revizyonist bir ajandanın işareti olarak görülmüştür. Buradan hareketle Rusya, eski Sovyet coğrafyasında “ayrıcalıklı çıkar alanı” olduğunu iddia etmiş ve bu iddia daha sonra Başkan Medvedev’in — enformel olarak Putin’i ikame ettiği— dış politika prensiplerinde “kodifiye” edilmiştir. Bu iddialı tutum, Batı’nın post-Sovyet coğrafyasında artan etkisine ve müdahalesine, özellikle de Rusya’nın iç ve dış güvenliğine tehdit olarak algıladığı Gürcistan (2003), Ukrayna (2004) ve Kırgızistan’daki (2005) “renkli devrimlere” doğrudan bir tepkidir. Medvedev’in devlet başkanı, Putin’in başbakan olduğu 2008 yılında gerçekleşen Rusya’nın Gürcistan’daki savaşı sonrası kodifiye edilen 5 temel Rus dış politikası prensibi şunlardır[3]: 1- Uluslararası hukukun üstünlüğü; 2- Uluslararası sistemin çok kutupluluğu; 3- Çatışmasızlık (non-confrontation); 4- “Yakın çevre” (post-Sovyet alanı) ülkelerinde yaşayan etnik Rusların —”etnik Rus” kavramı Rusya’nın çıkarlarına göre konstrüktivist taktiklerle esnetilmektedir— haklarının korunması; 5- Eski Sovyet ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi. Bu 5 temel ilkenin Rus dış politikasında ideolojik ve pratik olarak nasıl algılandığını ve araçsallaştırıldığını incelemek, günümüzde Rusya’nın Ukrayna başta olmak üzere “yakın çevre” ve diğer küresel güçlerle nasıl bir dinamik inşa etmeye çalıştığını anlamak için önemlidir.

III. Rus Kimliği ve Ukrayna Sorunu

2014 yılında Kırım’ın ilhakıyla dramatik bir şekilde tırmanan ve 2022 yılında Rusya’nın bağlattığı işgalle tam ölçekli bir savaşa dönüşen Ukrayna krizi, Soğuk Savaş sonrası Avrupa’nın en önemli jeopolitik çatışmalarından biri olmuştur. Rusya’nın paradigmasına göre Ukrayna, stratejik, tarihi ve kültürel bağlamda Rusya’nın varoluşu için kritik bir öneme sahiptir. Bu çatışma farklı çevreler tarafından, neo-emperyalist ajanda, defansif realizm ve “medeniyet milliyetçiliğinin” bir karışımıyla —ve yer yer çatışmasıyla— karakterize edilen Sovyet sonrası dönemde Rus dış politikasının temel ilkelerini ortaya koymaktadır.

i. Medeniyet Milliyetçiliği

Bu noktada bahsedilen “medeniyet milliyetçiliği” (civilizational nationalism) kavramı, Rus devletinin politika üretim mekanizmalarını kendine özgü bir şekilde kavramsallaştıran bir önerme sunmaktadır. Aleksandr Verkhovskii ve Emil Pain’e (2012) göre, “medeniyet milliyetçiliği” Rusya’nın ana akım ideolojisidir. Bu ideolojiye göre Rusya’nın “tamamen kendine özgü bir yolu” vardır. Verkhovskii ve Pain bu durumun geniş kapsamlı demokratik konsolidasyonu engellediğini savunur.[4] Bu milliyetçilik yaklaşımı, toplumların her birini benzersiz, genellikle değişmeyen bir “zihinsel çerçeveye” sahip ‘medeniyetler’ olarak yeniden tanımlar: bu bağlamda, “tamamen kendine özgü ve diğerlerinden farklı bir Rus medeniyetinin” varlığını savunur. Buradan hareketle, ortak tarihsel ve kültürel kimliği vurgulayarak, başta Batı olmak üzere “yabancı” toplumların tasvir edilen Rus kimliğiyle arasındaki farkları vurgulayarak Rus toplumunu konsolide etmek amaçlanmaktadır. Bir sonraki adımda ulusal egemenliği devletin bağımsız yönetimi ile eşleştirerek otoriterliği meşrulaştırır, buna paralel olarak da siyasi gücün kişiselleştirilmesini haklı çıkarır veya en azından gerekli görür. Ayrıca, liberal değerlerin normatifleştiği Batı medeniyetlerini “yozlaşmış” olarak etiketlediği için, bu söyleme göre kültürel ve politik devamlılığı sağlayabilecek tek ideoloji budur. Öte yandan Verkhovskii ve Pain’e göre bu ideolojinin kendi içinde çatışan noktaları vardır: Birincisi: alışılageldik milliyetçilik kavramına göre egemenlik ulusundur ve söz konusu ulus kendi devlet aygıtını oluşturarak meşruiyetini ve egemenliğini yaratır; medeniyet milliyetçiliği paradigmasında ise tabandan yukarı doğru organize olan bir ulus değil, “ulu ve güçlü” bir devletin tebaası olarak yaşayan bir toplum öngörülür. Bu durum modern ulus devlet ve imparatorluk tandansları arasında kendi içinde çatışan bir söylem yaratmaktadır. Bir diğer çatışma sivil ulus ve etno-ulus konseptleri arasındadır: Medeniyet milliyetçiliği, otonom insan gruplarının temel kültürel özelliklerinin kalıcı olduğu fikrine dayanır. Etnik milliyetçilik, “Rusluk” kavramını “kan” veya belirli bir “maneviyat” —Ortodoksluk gibi— ile tanımlayarak Rusya’da yaşayan gayri-Rus toplulukları dışlarken, “Avrasya medeniyeti” kavramı, Ortodoksluk ve İslam gibi çeşitli dini unsurları da içeren etnik üstü bir oluşum olarak önerilmektedir. Rusluğu kültürle —genellikle din, özellikle Ortodoksluk— tanımlama girişimi, geniş ve kapsayıcı olmayı amaçlamaktadır; ancak yine de İslam, Budizm ve Yahudilik gibi diğer dinlerin mensuplarını “küçük ortaklar” olarak konumlandırmaktadır.

ii. Ukrayna ve Russkiy Mir

“Rus Dünyası” (Russkiy Mir) ideolojisi, Kremlin’in Ukrayna ve post-Sovyet coğrafyasında ajandasını meşrulaştırmak için kullandığı anlatının merkezi bir bileşenidir. Bu ideoloji, tüm etnik Rusları, Rusça konuşan halkları ve Doğu Slavları —bilhassa Belaruslu ve Ukraynalıları— Rusya’nın liderliği ve kültürel etkisi altında birleştiren ortak bir kültürel, manevi ve tarihi alan olduğunu savunan bir medeniyet ve jeopolitik doktrindir. Rus Ortodoks Kilisesi ve Rus devleti (özellikle Vladimir Putin döneminde) gibi kurumlar bu doktrinin temel yapı taşlarıdır. Vladimir Putin 2021 tarihli “Ruslar ve Ukraynalıların Tarihsel Birliği Üzerine” başlıklı makalesinde[5], Ukraynalılar ve Rusların “tek bir halk” olduğunu açıkça savunmuş; Ukrayna’nın egemenliğinin meşruiyetini sorgulamıştır. NATO genişlemesi gibi jeopolitik unsurların yanında bu anlatı, savaşın ideolojik temelini oluşturmuştur.

İdeolojik altyapıdan hareketle Rusya’nın kimlik paradigmasının Ukrayna özelinde kurduğu çerçeve daha iyi anlaşılabilir. Rusya ve Ukrayna arasındaki önemli tarihsel bağlar, hem post-Sovyet dönemdeki ulusal inşa girişimleri hem de jeopolitik stratejiler bağlamında araçsallaştırılmaktadır. 9. yüzyılda kurulup 13. yüzyılda dağılan Kiev Rus Knezliği devleti, Kiev’i siyasi ve kültürel merkezi olarak kabul eden hem Rus hem de Ukrayna ulusal mitlerinin merkezinde yer almaktadır. Söz konusu Doğu Slav devleti, modern Rusya, Ukrayna ve Belarus toplumları tarafından kendi medeniyetlerinin başlangıcı —etnogenez— olarak kabul edilmektedir. Rusya’nın resmi anlatısına göre tarihsel Rus varlığı, Kiev Rus Knezliği, Moskova Büyük Dukalığı ve daha sonra Rus İmparatorluğu aracılığıyla etno-kültürel ve medeni devamlılığını sürdürmüştür. Kiev Rus Knezi Vladimir tarafından 988 yılında Ortodoks Hıristiyanlığa geçilmesi, Rus kimliğinin manevi bağlamda doğuşu olarak kabul edilen önemli bir sembolik andır. Bundan farklı olarak, Ukrayna anlatısında Kiev Rus Knezliği’nin Moğol-Tatar saldırıları sonucu çöküşü ve ardından Moskova Büyük Dukalığı’nın kuruluşu bir devamlılığı değil, esasen bir ayrışma noktasını temsil etmektedir. Bu görüşe göre Kiev, Ukrayna medeniyetinin kalbi olmaya devam etmektedir ve Moskovalılar (Ruslar) Ukrayna’yı kolonize edip Ukraynalı kültürünü asimile etmeye çalışan “Asyatik” işgalcilerdir. Rus anlatısı hem tarihsel hem de güncel olarak bu durumu “aynı millet olmak”, “büyük bir bütünün parçası olmak” gibi konseptlerle açıklayıp “kapsayıcı” bir söylem oluşturmuş olsa da Ukrayna tarafı bu tavrı “saldırgan ve inkârcı” olarak görmektedir.

IV. Rusya, Ukrayna ve Jeopolitik

Tarihsel olarak, Rusya’nın dış politika stratejisinde geniş sınırlarını korumak için tampon bölgelere büyük önem verilmiştir. Napolyon Fransa’sından Nazi Almanya’sına kadar, Batı’dan gelen istilalar Rusya’nın tarihsel hafızasını şekillendirmiş, dolayısıyla da jeopolitik zihniyetine yön vermiştir. Yazının başında bahsedilen Yeltsin dönemindeki Batı’ya entegre olma motivasyonu da Soğuk Savaş sonrası NATO’nun genişlemesi —şu anda birçok eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri ve Baltık cumhuriyetlerini içermesi— Moskova tarafından kendi stratejik kabiliyet alanının daralması ve güç projeksiyonu yapabileceği coğrafyanın tehdit altında olması şeklinde görülmektedir. Ukrayna, coğrafi konumu nedeniyle bu yapbozun önemli bir parçası haline gelmiştir. NATO üyesi olmasa da Ukrayna’nın Batılı askeri ve siyasi kurumlarıyla artan işbirliği, Kremlin’in bakış açısına göre kabul edilemez bir provokasyon ve tehdit olarak görülmektedir. Özellikle 2014 yılındaki Euromaidan olaylarını takip eden hükümet değişikliğinden sonra Ukrayna’nın Batı’ya yönelimi, Moskova’nın hep bahsedilen “yakın çevre” üzerindeki etki alanını sürdürme prensibini tehdit etmiştir.

Söz konusu jeopolitik çerçevede Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesi, salt Russkiy Mir söylemi üzerinden açıklanamaz; bilakis, bu kararın temel motivasyonu Rusya’nın jeopolitik çıkarları bağlamında somut stratejik hesaplamaları olmuştur. Rusya, komşularını sadece eski imparatorluğun çevresi olarak değil, yazının başında bahsedilen Medvedev Doktrini’nin kavramsallaştırdığı “ayrıcalıklı çıkar alanı”nın bir parçası olarak görmektedir. Ukrayna’nın NATO veya Avrupa Birliği’ne katılma ihtimali, Rusya adına kritik bir stratejik ve sembolik kayıp olmasına ek olarak, Gürcistan ve Moldova gibi diğer “yakın çevre” ülkelerini de benzer bir yol izlemeye teşvik etme potansiyeli taşımaktadır. Kırım’daki Sivastopol deniz üssü, Rusya’nın Karadeniz’deki varlığı ve stratejisi adına hayati bir öneme sahiptir: Karadeniz hem ticari hem de askeri alanda Rusya’nın Akdeniz’e açılan yegâne rotasıdır. Kırım’ın kontrolü, Rusya’nın kuzey Karadeniz’i domine etmesini ve Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Doğu’ya güç projeksiyonu yapmasını mümkün kılmaktadır.

V. 2022 ve Sonrası

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtı şu ana kadar görüldüğü üzere Soğuk Savaş dönemi sonrasında kurulan yeni uluslararası sistemi sarsan en kritik dönemlerden birinin başlangıcı olmuştur. Çoğu askeri uzmanın görüşüne göre 2014-2022 yılları arasında Ukrayna ordusunun yaşadığı reformlar, savaşın başından beri Ukrayna’ya Batı tarafından verilen askeri, ekonomik ve politik destekler, Rusya’nın savaşın başında yaşadığı lojistik ve taktik sıkıntılarla birleşince, savaştan önce yaygın olarak ön görülenin aksine stratejik bir tıkanıklığa sebep olmuştur. Buna paralel olarak Rusya’ya karşı getirilen ekonomik yaptırımlar da, Rusya’nın 2024 yılı federal bütçesinin %40’ını askeri harcamalara ayırması da bazı ekonomistlerce “askeri Keynesçilik” gibi iktisadi konseptlerin tartışılmasına yol açmıştır.[6] İki taraf da belli taktiksel kazanımlar elde etmiş —ve yer yer yitirmiş— olsa da, 2023 yılındaki Ukrayna karşı taarruzunun başarısızlıkla sonuçlanması ve 2025 yılı yeni Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın göreve gelişiyle beraber başlayan süreç arasındaki süre bir “yıpratma savaşı” olarak tanımlanmıştır. Dönemin Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeri Zalujnı da o dönem cephe hattında yaşanan tıkanıklığı aynı şekilde tanımlamıştır.[7]

Donald Trump’ın ABD başkanlığı görevine yeniden geldiği 2025 yılı başından beri yeni bir Ukrayna sürecinin başladığından söz edilebilir. Trump, adaylığı sürecinde “Ukrayna’daki savaşı 24 saat içerisinde bitireceği” gibi iddialı bir retorik uyarlamış ve seçildikten sonra tabiri caizse Ukrayna ve Rusya arasında “baskıcı” bir kaldıraç formunda politika üretmeye başlamıştır. Dış politika uzmanlarının yaygın görüşüne göre, ABD dış politikasında gerçekleşen bu önemli dönüşümün sebebi Trump’ın Rusya’dan ziyade Çin’in etki alanını kısıtlama ajandasıdır. Trump giderek Batı tarafından izole edilen Rusya’nın Çin ile daha da yakınlaşmasını engellemeye, buna paralel olarak da Avrupa Birliği ülkelerinin NATO bünyesindeki savunma harcamalarını artırmaları için baskı kurmaktadır. Buradan hareketle 24-25 Haziran 2025 tarihlerinde Hollanda’nın Lahey kentinde gerçekleşen NATO Zirvesi’nde, NATO liderleri savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın %5’ine çıkarma konusunda anlaşmıştır.[8]

Mayıs 2025’te Donald Trump’ın Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından ateşkese yönelik diyalog kurma girişimleri başlamıştır. Putin söz konusu telefon görüşmesinden önce yaptığı açıklamada “şartların sağlanması halinde ateşkesin mümkün olduğunu” belirtse de şartlar konusunda detaya girmemiştir. Rus haber ajansı TASS’a göre Rusya, daha önce Kremlin’in savaşın “temel nedenleri” olarak adlandırdığı konuları ele almakta ısrarcı: Ukrayna’nın AB ve NATO’ya katılma arzusu. Bu tarz açıklamalara ve Putin’in Rusya ve Ukrayna arasında doğrudan diyalog kurmaya sıcak baktığı açıklamasına rağmen 15-16 Mayıs 2025 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşen görüşmeye Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin katılmasına rağmen Putin katılmamış; delegasyon göndermiştir.[9]

VI. Haziran 2025 G7 Zirvesi

28 Şubat 2025 tarihinde Beyaz Saray’da Trump hükümeti ve Zelenski arasında yaşanan gerginlik, çok taraflı ateşkes görüşmeleri, Rusya’nın 2022 yılında geri çekildiği Sumı Oblastı’na Haziran 2025 itibariyle yeniden başlattığı saldırısı, Dnepropetrovsk Oblastı’nda kurmaya çalıştığı tampon bölge ve aynı süreçte Ukrayna’nın Rusya Hava Kuvvetleri’ne yaptığı büyük çaplı İHA saldırılarına ek olarak 15-17 Haziran 2025 tarihleri arasında Kanada’da gerçekleşen G7 Zirvesi’nde Trump’ın Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar konusundaki çıkışı dikkate değerdir. Trump, G7 zirvesinde “ABD’nin Rusya’ya daha fazla yaptırım uygulamak istemediğine işaret etmiştir.[10] AB ve Birleşik Krallık, liderler toplantısında “Vladimir Putin rejimine” karşı daha koordineli yaptırımlar uygulanması için baskı yaparken, ABD başkanı şu ana kadar yeni yaptırımlara imza atmayı reddettiğini ifade etmiştir. ABD Başkanı Trump, yaptırımların kendilerine fazla pahalıya patladığını ve Avrupa ülkelerinin bu taleplerine karşılık Avrupalı güçlerin daha proaktif bir tutum izlemesi gerektiğini belirtmiştir. Dahası, Trump’ın İsrail-İran çatışması yüzünden Zelenski’yle görüşeceği günün önceki gecesinde G7 zirvesini terk etmesi Ukrayna tarafında büyük bir kafa karışıklığı ve karamsarlığa sebep olmuştur.[11] Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in aynı tarihlerde yaptığı açıklama da Avrupa’nın olası müzakere ve diyaloglar için ekonomik yaptırımları Rusya’ya karşı bir koz ve rıza üretimi aygıtı olarak ne kadar önemli gördüğü anlaşılmaktadır. Von der Leyen, G7 ülkelerini Rusya’ya karşı baskıyı artırmaya çağırmıştır.[12] Ekonomik yaptırımlar ve askeri yardımlar konusunda ABD ve Avrupa devletleri arasındaki fark giderek açılmakta; bu durum Rusya’ya önemli bir askeri ve diplomatik manevra alanı yaratmaktadır.

VII. Rusya’nın Ateşkes Şartları

Donald Trump’ın ABD yardımlarını Ukrayna’ya karşı taktiksel bir koz olarak kullanmaya başlaması ve Haziran 2025 itibariyle iyice tırmanan İsrail ve İran arasındaki gerilim yüzünden artan meşguliyeti düşünüldüğünde Rusya’nın ateşkes görüşmeleri konusunda kafa karıştıran tavrı daha net görünmektedir. Ukrayna’nın sahada sürdürülebilirliği giderek azalan savaş mekanizması, ABD’nin yardım konusundaki isteksizliği ve Trump hükümetinin “Kırım’ı Rus toprağı olarak görüyoruz”, “Ukrayna NATO’ya girmeyecek” şeklindeki ifadeleri ve dünya kamuoyunun dikkatinin Orta Doğu başta olmak üzere diğer bölgelerde olması göz önünde bulundurulunca, Rusya’nın bu konjonktürde kurulan diyalogda güç maksimizasyonu yapmak istediği söylenebilir. Rusya’nın ateşkes için “temel şartlarının” savaştan önceki talepleriyle aynı olduğu düşünülünce, Rus tarafının mevcut konjonktürde Minsk anlaşmalarındaki akıbeti yaşamak istememesi ve sahada 3 yıldan fazla süren mücadelesinin karşılığında ateşkes için karşı taraftan daha fazla şey beklemesi doğal bir düşünce şekli olarak görülebilir. Bu durumda, Rusya’nın fayda maksimizasyonu politikasını cephe dışında belirleyecek faktörler Ukrayna dışındaki çatışmaların akıbeti ve yaptırımlar altındaki ekonomisinin sürdürülebilirliği olacaktır. Dünya kamuoyunun dikkatinin ve kutuplaşma tandanslarının Orta Doğu’da olduğu, bir yandan Trump’ın G7’deki açıklamaları ışığında ekonomik yaptırımlar konusunda isteksiz olduğu göz önünde bulundurulunca Moskova’nın bu durumdan nasıl daha fazla yarar sağlayacağını düşünmek için Kremlin Sarayı’nda fazla mesai yapıldığını iddia etmek abartı olmayacaktır.

VIII. Sonuç

Sonuç olarak, Ukrayna Savaşı’nın sahada yaşadığı tıkanıklık sebebiyle de alakalı olarak, askeri ve taktik değerlendirmeler medya ve uluslararası kamuoyu adına daha ilgi çekici hale gelmiştir. Ancak bu çatışmayı daha katmanlı okumak adına coğrafyadaki tarihsel kimlik inşası ve dış politika doktrinlerinin gelişimi de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sayede hem Rusya hem de Ukrayna tarafının kendi toplumlarını nasıl konsolide ettikleri ve kitlesel rıza üretimini nasıl sürdürdükleri daha iyi anlaşılabilir. Rus dış politikasının tarihsel güvenlik endişeleri, “yakın çevre”deki etki alanını koruma prensibi ve “medeniyet milliyetçiliği” gibi ideolojik kavramlar etrafında şekillenmiştir. Bu yaklaşımlar, özellikle eski Sovyet coğrafyasını “ayrıcalıklı çıkar alanı” olarak gören Rusya’nın, NATO’nun doğuya genişlemesini stratejik bir tehdit olarak algılamasına yol açmıştır. Ukrayna krizi, 2014’teki Kırım ilhakı ve 2022’deki tam ölçekli işgaller bu politikaların en dramatik tezahürü olmuştur. Donald Trump’ın ABD başkanlığına geri gelişiyle ABD’nin Ukrayna’ya yönelik yardım konusundaki isteksizliğinin ve ekonomik yaptırımlar konusundaki tutumu, Avrupa Birliği ile ABD arasındaki politika ayrışmasını derinleştirmektedir. Orta Doğu’daki gerilimler gibi küresel gündemdeki çeşitli bölgesel gelişmeler, dünya kamuoyunun dikkatini dağıtarak Rusya’ya diplomatik ve askeri manevra alanı sağlamıştır. Mevcut konjonktürde Rusya, ateşkes görüşmelerinde kendi lehine “güç maksimizasyonu” peşindedir ve Ukrayna’nın AB/NATO üyeliğini kırmızı çizgi olarak görme gibi savaş öncesi temel taleplerini korumaktadır. Gelecekte Rusya’nın fayda maksimizasyonu politikasını, küresel çatışmaların seyri ve kendi ekonomisinin sürdürülebilirliğinin belirleyeceği, Moskova’nın bu durumdan azami fayda sağlama çabalarını artıracağı öngörülmektedir.


[1] Arakelyan, L. A. (2018). Russian Foreign Policy in Eurasia: National Interests and Regional Integration, Routledge. https://www.routledge.com/Russian-Foreign-Policy-in-Eurasia-National-Interests-and-Regional-Integration/Arakelyan/p/book/9780367594572?srsltid=AfmBOoqihfIhbwdMXCJ2H1Z9xZRYyyH1uUYHzRXVKdwZ2n7vSRW31wNX

[2] ‘Sovyetlerin çöküşü dönüm noktası’, BBC, (25 Nisan 2005), https://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/04/050425_putin_catastrophe.shtml

Bültenimize Abone Olun

[3] Mankoff, J. (2011).  “Russian Foreign Policy: The Return of Great Power Politics”, sf.40

[4] Verkhovskii, A., & Pain, E. (2012). Civilizational Nationalism: The Russian Version of the “Special Path.” Russian Politics & Law, 50(5), 52—86. https://doi.org/10.2753/RUP1061-1940500503

[5] Putin, V. (2021). ”On the Historical Unity of Russians and Ukrainians“. http://www.en.kremlin.ru/events/president/news/66181

[6] Bluhm, K. (2024). “Where Is Russia’s ‘Military Keynesianism’ Headed?”. Ponars Eurasia. https://www.ponarseurasia.org/where-is-russias-military-keynesianism-headed/

[7] Melkozerova, V. (2023). “Ukraine’s top general: War with Russia has reached stalemate”. Politico. https://www.politico.eu/article/valery-zaluzhny-ukraine-top-general-war-russia-reach-stalemate/

[8] “NATO üyeleri savunma harcamalarına yüzde 5’lik hedefte anlaştı”, BloombergHT, (25 Haziran 2025), https://www.bloomberght.com/nato-uyeleri-savunma-harcamalarina-yuzde-5-lik-hedefte-anlasti-3751341

[9] Vakulina, S. (2025). “Trump says Russia and Ukraine to start ceasefire talks ‘immediately’ after Putin call”. Euronews https://www.euronews.com/2025/05/19/putin-tells-trump-a-ukraine-ceasefire-is-possible-if-the-right-agreements-are-reached

[10] Boscia, S., “Trump hints at no more US sanctions on Russia at G7 summit”, Politico, https://www.politico.eu/article/donald-trump-us-sanctions-russia-g7-summit-keir-starmer-vladimir-putin/

[11] Wintour, P. (2025). “Ukraine left in lurch as Trump rushes out of G7 without meeting Zelenskyy”, The Guardian. https://www.theguardian.com/world/2025/jun/17/g7-trump-zelenskyy-meeting-ukraine

[12] “Von der Leyen’den G7’ye çağrı: Rusya’ya baskıyı artırın”, Forbes, (16 Haziran 2025), https://www.forbes.com.tr/makale/von-der-leyen-den-g7-ye-cagri-rusya-ya-baskiyi-artirin

İlgili İçerikler

KAPDEM Dijital

Kamu Politikası, Devlet Yönetimi ve Toplumsal Gelişim Merkezi (KAPDEM), Türkiye’de siyaset bilimi ve kamu yönetimi, kamu politikaları ile ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal konulardaki temel kamusal, yönetimsel/idari/siyasi kararlara odaklı çalışmalar yapmak, projeler geliştirmek ve yenilikçi ve çözüm odaklı yaklaşımlara katkıda bulunmak üzere kurulmuştur. KAPDEM; tamamen bağımsız, tarafsız ve gönüllülük esasına dayalı olarak kurulmuş bir düşünce kuruluşudur. Herhangi bir siyasi parti, çıkar grubu, baskı grubu veya ulusal/uluslararası/ulus ötesi yapı ile organik bir bağı ya da ilişkisi yoktur. Bağımsız ve tarafsız kalmayı temel kuruluş ilkesi olarak benimsenmiştir.

Aboneliğiniz kaydedilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
Aboneliğiniz başarıyla gerçekleşti.

BÜLTENİMİZE ABONE OLUN

Yayınlarımız, etkinliklerimiz ve 

duyurularımızdan haberdar olmak için 

abone olun

© KAPDEM 2025 | Tüm hakları saklıdır. İçerikler izinsiz olarak ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve başka mecralarda kullanılamaz.