ÖZET
Türkiye ekonomisi son 20 yılda Irak Savaşı, Suriye İç Savaşı ve son olarak İran-İsrail gerilimi gibi üç büyük jeopolitik krizle karşılaştı. Her kriz, ekonomi için farklı şoklar ve tehditler yarattı: ihracat kayıpları, enerji fiyatlarındaki artış, göç baskısı ve artan belirsizlik ortamı. 2003’te yapısal reformlarla desteklenen bir program sayesinde ekonomik istikrar korunabilirken, 2011 sonrası uygulanan politikalar kırılganlığı artırdı. Bugün ise benzer risklerle karşı karşıya olan Türkiye’nin geçmiş deneyimlerinden ders çıkararak stratejik ve rasyonel adımlar atması gerekiyor. Yapısal reformlar, mali disiplin, Merkez Bankası bağımsızlığı ve güven artırıcı politikalar ekonomik satranç tahtasında doğru hamleleri yapmanın anahtarı olabilir. Çünkü bu oyunda taktiksel hatalar kolayca “şah” tehdidine dönüşebiliyor.
Satranç Tahtasında Ekonomi: Türkiye Ekonomisine “Şah” Tehdidi
I. Giriş
Bir satranç tahtasındayız. Ve Türkiye, tam da oyunun merkezinde. Üstelik her an ‘şah’ tehdidi altında. Irak, Suriye, şimdi de İran-İsrail… Her yeni kriz, yeni bir hamle gerektiriyor. Ama hangi hamle bizi ‘mat’ olmaktan kurtarır?
II. “Şah”ların Coğrafyası
Türkiye, jeopolitik satranç tahtasında kritik bir karede duruyor. Geçtiğimiz yirmi yıllık süreçte Türkiye sınır komşularının yaşadığı savaşlar nedeniyle önemli ekonomik etkilere maruz kaldı. Bu bağlamda 2003 yılındaki Irak savaşı ve 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşıyla gerek sayıları milyonları bulan göçmen hareketleri, gerek bozulan ticaret dengeleri, artan petrol fiyatları ve azalan turizm gelirlerinin ödemeler dengesi üzerindeki olumsuz etkileri ve gerekse sınır güvenliğinin tek taraflı olarak sağlanmasının yarattığı aksaklıklar ve terör nedeniyle oluşan ekonomik yükler nedeniyle bir anlamda Türkiye ekonomisine “şah” çekilmiş oldu.
İçinde bulunduğumuz jeopolitik koşullar dikkate alındığında bölgedeki ülkelerin hiçbiri yaşanan bu siyasi gelişmelerin neden olduğu olumsuz ekonomik koşulların etkilerinden azade değil. Nitekim, Türkiye’de bu savaşlardan farklı şekillerde etkilendi.
Öte yandan, 13 Haziran operasyonu ile İsrail’in İran’a karşı başlattığı saldırı, bu satranç tahtasındaki her ülkenin her an yeni bir hamle ile “şah” tehdidi altında kalabileceğini de bir kez daha gösterdi.
Ancak önceki deneyimlerimiz bu yeni başlayan ve ne kadar süreceği ne yöne evrileceği henüz belli olmayan süreçte ekonomimizin “mat” olmasından kaçınmak için neler yapabileceğimiz konusunda bize ipuçları veriyor.
III. Irak Savaşı: Rok Hamlesi (Stratejik Konumlandırma)
Türkiye derin bir ekonomik krizden çıkış sürecindeyken 1 Mart Tezkeresi Meclis’ten geçmemiş ve siyasi tansiyon yükselmişti. ABD’nin Irak’a müdahalesi ile bölgesel riskleri artmış ve Saddam rejiminin yıkılmasıyla sonuçlanan süreç Türkiye ekonomisi üzerinde hem doğrudan hem dolaylı hem kısa hem de uzun vadeli olmak üzere çok boyutlu ancak genel olarak olumsuz etkiler yaratmıştı.
Kaynak: TCMB (Dr. M. Coşkun Cangöz tarafından görselleştirilmiştir)
Zira savaşın öncesinde uygulanan ambargoların da etkisiyle o dönemlerde derin bir ekonomik krizle mücadele eden Türkiye en büyük ihracat pazarlarından birisi olan Irak pazarını neredeyse tamamen kaybetmişti. Bu dönemde Türk müteahhitler sadece taahhüt işlerini kaybetmemiş, alacaklarını da tahsil edememişti. Ayrıca Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattından milyarlarca dolarlık gelir kaybı yaşanmıştı. Ambargo ve savaşa bağlı olarak petrol fiyatlarının artışı Türkiye’nin ödemeler dengesini olumsuz etkilemişti. Tahminlere göre Türkiye’nin toplam kaybı 30–40 milyar dolar civarında olmuştu.
Kaynak: SBB (Dr. M. Coşkun Cangöz tarafından görselleştirilmiştir)
Irak Savaşı’nın yarattığı belirsizlik ortamı ekonomik gidişatta endişelere neden olmuş ve mali piyasalarda ortaya çıkan dalgalanmalar üretici, tüketici ve yatırımcı güvenini olumsuz etkilemişti. Ancak Türkiye, bu fırtınaya 2001 krizi sonrası yapısal reformlarla destekli bir ekonomik programla girmişti. Bu bağlamda tam da savaşın başladığı koşullarda bir “rok hamlesi” ile uygulanan politikalarla ekonomik programdan taviz verilmeyerek mali piyasalarda istikrarın sağlanmış ve ekonomiye duyulan güvenin artması için gerekli adımlar atılmıştı. Irak Savaşı’nın kısa sürmesinin de etkisiyle 2003 yılının ilk üç aylık dönemi dışında Türk lirasının yabancı para birimleri karşısında güçlenmiş ve enflasyondaki olumlu gelişmeler bekleyişleri olumlu etkilemiş ve faiz oranlarının gerilemesine neden olmuştu.
Böylece ekonomi yönetimi kararlı enflasyonla mücadele politikası ve güçlü mali disiplin ve yapısal reformların kararlılıkla sürdürülmesi suretiyle istikrarı korumayı başarmıştı. Bunun da ötesinde 2003 yılı için belirlenmiş olan yüzde 5’lik büyüme ve yüzde 20 enflasyon hedeflerine de ulaşılmıştı.
Kıssadan hisse: Reformlarla ve kararlı maliye ve para politikaları ile jeopolitik riskler dengelenebilir.
IV. Suriye İç Savaşı: Patzer Hamlesi (Taktiksel Oyun)
Irak savaşının kısa süreli ve kontrol edilebilen etkileri olmuştu. Ancak Suriye krizi hem ekonomik hem de sosyal olarak Türkiye’ye önemli bir yük getirdi. Bu durum büyük ölçüde satranç tahtasında kısa dönemli kazanımları önceleyen taktiksel bir oyun planının bir sonucu oldu.
Bu süreçte Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan önemli bir ticaret yolu iç savaşla birlikte kapandı. Dolayısıyla sadece Suriye ile olan doğrudan ticaret değil, aynı zamanda Suriye üzerinden Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine yapılan ihracat da büyük darbe aldı. Özellikle Suriye sınırında yer alan Kilis, Gaziantep, Hatay, Mardin gibi iller sınır ticaretinin durması ve güvenlik endişeleri nedeniyle büyük ekonomik kayıplar yaşadı.
Savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen milyonlarca Suriyeli sığınmacının barınma, gıda, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları kamu hizmetleri üzerindeki baskıyı artırdı. Ayrıca savaşın uzun sürmesine bağlı olarak belirsizlik ve jeopolitik risklerin kalıcı hale gelmesi, Suriye sınırında artan güvenlik riskleri, sınır ötesi operasyonlar, terörle mücadele faaliyetleri, Türkiye’nin savunma ve güvenlik harcamalarını önemli ölçüde artırdı. Bu durum bütçe üzerinde de önemli yükler yarattı ve bütçe faiz dışı dengesinin kalıcı bir şekilde bozulduğu bir döneme girildi.
Göçün Türkiye işgücü piyasasında da yıkıcı etkileri oldu. Sığınmacıların özellikle vasıfsız işgücü gerektiren sektörlerde istihdam edilmesi ve bunun da çoğunlukla kayıt dışı yapılması bazı işletmeler için maliyet avantajı sağlarken, yerel işgücü arasında işsizlik endişelerini ve reel ücret kayıplarını da beraberinde getirdi.
Kaynak: TCMB, TUIK, HMB (Dr. M. Coşkun Cangöz tarafından görselleştirilmiştir)
Suriye iç savaşının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin yanı sıra Türkiye’de başarısız darbe girişimi gibi iç siyasi dalgalanmalar yaşanması ve idari sistem değişikliğine gidilmesinin ardından “Patzer hamlesiyle” ortodoks olmayan ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi ekonomik yapının kırılganlığını artırdı. Bu sürecin bir sonucu olarak Türkiye’nin risk primini artarken TL’nin döviz karşısında önemli değer kayıpları yaşadı. Döviz kurundaki artışlar ve enflasyon beklentilerindeki olumsuzluklar, fiyatlama davranışlarında bozulmalara katkıda bulundu ve enflasyonu körükledi.
Kıssadan hisse: Taktiksel hamleler kendiniz için “şah” tehdidi yaratabilir.
V. İran-İsrail Krizi: Açmaz Riski
13 Haziran’da İsrail’in İran’a saldırmasıyla başlayan süreç İran’ın nükleer programına yönelik endişeler ve iki ülke arasındaki on yıllardır süren bölgesel güç mücadelesinin yeni ve daha tehlikeli bir aşamaya geçişini temsil ediyor. İsrail ile İran arasındaki gerilimin tırmanması Türkiye açısından önemli ekonomik riskler barındırıyor. Öyle ki değişen dışsal koşullar karşısında yapılabilecek taktiksel hamleler jeopolitik satranç tahtasında açmazlarla karşı karşı kalma riski yaratabilir.
i.Petrol ve doğalgaz fiyatları:İran’ın petrol ihracının sekteye uğrayabileceği endişeleriyle petrol fiyatı sert yükseliş kaydederek 73 doların üzerine çıktı. Türkiye’nin enerji faturasını doğrudan artırarak cari açığı olumsuz etkileyecek bu gelişme özellikle Hürmüz Boğazı’nın kapanması gibi senaryoların gerçekleşmesi durumunda petrol fiyatlarının daha da fazla yükselmesine ve faturanın daha da artmasına neden olabilir.
ii.Enflasyon:yükselen enerji maliyetlerinin enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı yaratması durumunda bekleyişler bozulabilir ve program hedefleri risk altına girebilir. Bu koşullar altında Merkez Bankasının da önümüzdeki aylarda beklenen faiz indirim kararlarını ertelediğini görebiliriz.
iii. İhracat: İran üzerindeki ABD yaptırımları nedeniyle Türkiye’nin İran’la olan ticaretinin zaten kısıtlı seviyede olması ve Gazze savaşı nedeniyle İsrail ile olan ticaretin Mayıs 2024’te durdurulmuş olması nedeniyle İsrail — İran çatışmasının Irak savaşı ve Suriye iç savaşındakine benzer bir şekilde ihracat pazarında daralma yaratması beklenmiyor.
iv.Finansal piyasalar:Çatışmaların başlamasının ardından hafta sonuna girilmesine rağmen borsa endeksi 9500 seviyesinden ilk etapta 9100’e kadar gerilerken döviz kuru sınırlı da olsa bir artış gösterdi ve altının ons fiyatı 3300’lerden 3400’lere yükseldi. Finansal piyasalardaki dalgalanmanın boyutu çatışmaların ne kadar süreceği ve genişleyip genişlemeyeceğine bağlı olarak seyredecektir.
Kıssadan hisse: Rakip şahın hareket alanını daraltan hamle aslında rakip oyun planının bir parçası olabilir.
VI. Stratejik Yönelimler ve Politika Seçenekleri
İsrail-İran çatışmasının kısa dönemde sona ermemesi ve hatta tırmanması durumunda Türkiye’nin yapacağı hamleler kısa ve uzun vadede oluşacak ekonomik etkilerin büyüklüğünü belirleyici olacaktır. Bu bağlamda önceki deneyimlerden hareketle ekonomik dengeleri gözetecek şekilde güven ortamının oluşturulması, öngörülebilirliğin artırılması yani satranç tahtasında stratejik konumlanma önem arz ediyor.
Peki, bu stratejik konumlanma nasıl sağlanabilir?
1) İç siyasi gerilimin sonlandırılması: Hukuki süreçlerin hızlı bir şekilde işletilerek sürecin neticelendirilmesi ve siyasi belirsizliklerin neden olduğu ekonomik dalgalanmanın bertaraf edilmesi
2) Makroekonomik istikrarın korunması: Sıkı para politikalarına devam edilmesinin yanı sıra bütçe açığını azaltıcı tedbirler almak, kamu borçlanma maliyetinin sürdürülebilir seviyede olmasını sağlamak için risk primini düşürücü ve yatırımcı güvenini artırıcı adımlar atılarak hesap verilebilirlik ve şeffaflığın güçlendirilmesi
3) Ekonomik programın tahkimi: Başta adalet, sosyal güvenlik, istihdam kamu maliyesi olmak üzere yapısal reformların hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi, Merkez Bankası bağımsızlığının güçlendirilmesi ve kurala bağlı ekonomi politikasına geçişle orta ve uzun vadeli istikrarın güvence altına alınarak öngörülebilirliğin artırılması
4) Mali disiplin ve finansal sağlamlığın sağlanması: Kamu harcamalarında katı bir disiplinin yanı sıra stratejik öneme sahip yatırımlara odaklanacak şekilde bir önceliklendirme yapılması, kamu alımlarının şeffaf ve rekabetçi hale getirilerek maliyetlerin düşürülmesi ve yolsuzluk riskinin azaltılması, gelir kayıplarındaki olası risklere karşı verginin tabana yayılması ve kayıp kaçakla mücadelenin hızlandırılması, Hazinenin önümüzdeki dönemde dış borçlanma imkanlarının sınırlı olabileceği dikkate alınarak nakit rezervinin muhafaza edilmesi ve yerel para borçlanmaya ağırlık verilmesi, kredi notunun korunması ve hatta yükseltilmesi için gerekli adımların atılması
5) Enerji güvenliğinin güçlendirilmesi: Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılması ve sanayide ve konutlarda enerji verimliliği projelerini teşvik ederek tüketimi azaltılması,
6) Yeşil dönüşüm: İklim kanunu tasarısının net sıfır hedefini içerecek şekilde yasalaşması, emisyon ticaret sisteminin hayata geçirilmesi, çevresel vergi reformunun hazırlanması, kömürden çıkış stratejisinin belirlenmesi.
VII. Sonuç Yerine: Kıssalardan Çıkarılan
Geçmiş deneyimler herhangi bir dış politik ve ekonomik şok karşısında Türkiye ekonomisi enerji faturasının artması ve döviz kuru yoluyla enflasyon ve finansman maliyeti artışı ile karşı karşıya kaldığına işaret ediyor. Ancak yine bu deneyimlerden çıkardığımız dersler Türkiye’nin jeopolitik satrançta hamle kabiliyetini kaybetmemesi için Irak savaşında olduğu gibi yapısal reformlarla güçlendirmiş bir ekonomik programa sadık kalarak stratejik hamleler yapmasını ve taktiksel oyundan kaçınması gerektiğini gösteriyor.
Jeopolitik oyunun şartları değişse de kazananlar her zaman stratejiye sadık kalanlardır. 2003’te olduğu gibi, Türkiye’nin bu kez de stratejik kararlılıkla sahadan güçlenerek çıkması mümkündür.