Bolu Kartalkaya’da, okulların ara tatil döneminde meydana gelen facia, toplum, hukuk, siyaset ve yönetim üzerine bizleri düşünmeye sevk ediyor. Sevk etmeli! Çünkü, bir daha benzer acılar yaşanmasın.
Modern toplumların belirleyici vasfı yüksek düzeyde sorun çözebilme kabiliyeti ve benzer olayların tekrarlanmasına tahammül edememesi. Japonların istifa kültürü, hatta yeri geldiğinde canını bile feda edebilmeleri, şimdilik bizim memleket için çok ama çok uzak bir ideal. Ütopik bir tasavvur! Biz eldeki kırık dökük hukuki ve siyasi yapıyı onarmaya bakmamız en isabetli olanı.
Modern toplumlarda idare ile toplumu birbirine bağlayan iki önemli kurum var. Bu kurumlardan ilki hukuk, diğeri ise; belirli bir hukuki çerçeve içerisinde hareket etmesi gereken, kamu idaresini etkin, verimli ve hesap-verebilirlik içerisinde demokrasi yoluyla sevk ve idare etmesi talep edilen siyaset kurumu. Siyasetin meşruiyet kaynağı, modern toplumlarda alınan oylar değil, halkın karşı karşıya kaldığı sorunları hukuki bir zeminde, sulh içerisinde çözebilme kabiliyetinden kaynaklanıyor. İdare (kamu yönetimi), üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğu konulardaki meşruiyetini hukuk içerisinde siyasetten devşiriyor. Siyaset idarenin idare ettiği şeye, milletin ortak iyiliği istikametinde vizyon ve misyon belirliyor.
79 vatandaşımızı can kaybı ile birlikte, olması gerektiği gibi, yoğun bir şekilde kamuoyunun gündeminde asli sorumlu kim tartışması yer aldı. İlk önce sorumlu tespit edilmeli ki, sonrasında hesap verilebilsin! Kamu görevi yüklenmek sadece nimetten faydalanmak değil, aynı zamanda ortaya çıkan neticenin külfetine katlanmak demek! Türkiye’deki çoğu kamu yöneticisinin farkında olmadıkları ana husus burası. Belirli bir makam ve mevki; yetki, imkân ve güç sağladığı gibi aynı zamanda ağır hukuki ve vicdani mesuliyetleri de beraberinde getiriyor. Vicdanen ve hukuken kaldıramayacağı bir makama hiç kimsenin oturmamasını temin etmek hem siyasetin hem de toplumun asli görevi.
Bugün karşı karşıya kaldığımız ana soru; bu facianın hesabını kim verecek?
Bu sorunun cevabını idare hukukçusu Metin Günday, yapmış olduğu sosyal medya paylaşımında şu şekilde veriyor:
“Turizm kolluğu”, insan ve çevre sağlığı ile can ve mal güvenliği de dahil olmak üzere, belgeli turizm yatırım ve işletmelerini, belgeye esas olan nitelikleri, tarifeleri, temizlik, düzen, işletme tarzı vs. hususlar yönünden denetlemekle görevli bir özel (hizmet) kolluğudur. Bu özel kolluğun görev ve yetkileri,2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na dayalı olarak 1993 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan ve halen de yürürlükte olan Turizm Yatırım, İşletme ve Kurumlarının Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik’te ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Belediye idarelerinin bu kolluk alanında yetki ve görevleri yoktur. Turizm kolluk makamı Kültür ve Turizm Bakanlığı olup, en yüksek kolluk amiri Bakandır. O nedenle, bu kolluk faaliyetinin gereklerine uygun bir biçimde yürütülmemesinden, turizm belgeli tesislerin mevzuata uygun bir biçimde denetlenmemesinden doğacak aslî sorumluluk adı geçen bakanlığa aittir.”
Sorumlunun hukuki olarak kim olduğu bu kadar açıkken, neden bu tartışmalar alevleniyor?
Bolu’daki yangın faciası da her konuda olduğu gibi ülke içi iktidar kavgasının kurbanı olacak gibi görünüyor. Medya sirki alelacele ekranlara darağacını kurup bir günah keçisini çabucak kurban etme derdinde. Bu sayede, içtimaı infial yatışacak, hafıza-ı beşer yavaş yavaş unutarak veya başka gündemlerin peşine takılarak mesele hasır altı edilecek, ta ki, bir yerde bir kez daha aynı ve benzer bir vaka yaşanana kadar. Bu koşularda ne sorumlular yeteri kadar hesap verecek, ne de geleceğe dair gerekli adımlar atılacak. Bir yandan da, kendi “adamını(!)” kurtarma telaşı herkesi sarmış gözüküyor.
Diğer taraftan, ülkede şiddetle devam eden iktidar mücadelesinin/kavgasının gayr-ı insani hesapları devreye giriyor.. Muhtemelen iktidar, bunu fırsata çevirip, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a karşı olan nefretini kusma, yargı sopasını kullanarak onu hizaya getirmenin aracına dönüştürecek. Muhalefet de bu durum karşısında boş bir hukuki/ahlaki tutarlılık ve etik arayışına girip, en son sıkıştığı yerde tencere dibin kara senin ki benden kara oyunu oynamaya devam edecek. Olan, arada kaynayan, umudunu ve yeri geldiğinde hayatını kaybeden demokrasinin aslı öznesi olan milyonlarca vatandaşa olacak. Yangın yerinin külleri içerisinde, hukuk ve demokrasi de kaybolacak. Belki de en son nihai noktada ortaklaşılarak konunun üzeri sessiz sedasız kapatılacak.
Esasında; kâğıt üzerinde her şeyin yerli yerinde göründüğü bir sistemde, hukuk devletinde, beşeri ve siyasi zaaf ve çıkarlar sebebi ile hukuk işletilemiyor, sistem sağlıklı bir şekilde çalışmıyor. Geleceğe dair umutsuzluğu aşılayan da aslında bu acı tablo. Sessiz çoğunluğun tamamı hayatını kaybedenlerin, kaybettiği ile kalacağını biliyor. Maşeri vicdanın bir kez daha yara aldığını hissediyor. Ve sıranın ne zaman kendisine geleceğini çaresizlik içerisinde merak ediyor.
Bu büyük çaresizliğin tek bir ilacı var; o da hukuk devletinin olması gerektiği gibi var olmasını sağlayacak zeminin inşa edilmesi. Bunu ifade etmesi kolay olmak ile birlikte, bu uzun vadeli ve meşakkatli bir yol ve bu uzun yolda, neyi kimden nasıl talep edeceğini bilmek başlangıç için iyi bir çıkış noktası olabilir.
Bu yazıda ifade edilen görüşler yalnızca yazarına aittir; KAPDEM’in kurumsal duruşunu, politikalarını veya yaklaşımını yansıtmaz. KAPDEM, yayınladığı içerikler aracılığıyla farklı perspektiflerin ifade edilmesini teşvik eder, ancak bu içeriklerin tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.
The views expressed in this article belong solely to the author and do not represent the institutional position, policies, or perspective of KAPDEM. While KAPDEM encourages the expression of diverse viewpoints through its publications, all responsibility for the content rests with the author.