İran-İsrail Geriliminin Sonuçları: Yapısal Dinamiklere Etkileri

Yazar: Ozan Önel

ÖZET

Bu yazı, Kamu Politikası, Devlet Yönetimi ve Toplumsal Gelişim Merkezi (KAPDEM) için kaleme alınmış “İran-İsrail Çatışmaları ve Tarihsel Seyir[1] başlıklı yazının devamı niteliğinde olup, 2023 sonrası İran–İsrail ilişkilerinde yaşanan gelişmelere ve tarihsel gerilimin arka planına odaklanan ilk yazının ardından ikinci bölüm olarak kaleme alınmıştır. Serinin ilk bölümünde, İran–İsrail hattında 2023 sonrasında yeniden şekillenen siyasi ve askeri dinamiklere değinilmiştir. Söz konusu sürecin bölgesel güvenlik mimarisi, uluslararası hukuk ve diplomasi açısından taşıdığı önem ortaya konmuştur.

Bu ikinci yazıda ise, 2024–2025 döneminde İran ile İsrail arasında ilk kez doğrudan ve açık bir askeri çatışmaya dönüşen süreç ele alınmaktadır. Gerilim, artık sadece vekil aktörler aracılığıyla yürütülen dolaylı çatışmalarla sınırlı kalmamıştır. Orta Doğu’nun kırılgan dengelerini derinden etkileyen ve küresel ölçekte sonuçlar doğuran bir krize dönüşmüştür. İran’daki iç siyasal dengeler, toplumsal tepkiler ve ekonomik kırılganlıklar bu çatışmanın doğrudan yansımaları arasında öne çıkarken Türkiye, Irak, Suriye ve Lübnan gibi bölge ülkeleri de söz konusu krizden güvenlik ve diplomasi başta olmak üzere çok boyutlu biçimlerde etkilenmiştir.

Araştırmacı-yazar ve KAPDEM Proje Koordinatörü Ozan Önel, bu makalesinde 12 gün süren İran–İsrail çatışmasının yalnızca iki ülke arasındaki askeri bir hesaplaşma olarak görülmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Sürecin bölgesel istikrar, enerji güvenliği ve uluslararası ilişkiler bağlamında bir dönüm noktası teşkil ettiğini ortaya koymaktadır. Bu yazı, ilk makalede sunulan tarihsel çerçeveyi derinleştirerek, çatışmanın iç ve dış boyutlarıyla güncel etkilerini ele almaktadır.

İran-İsrail Geriliminin Sonuçları:

Yapısal Dinamiklere Etkileri 

1.Giriş

2024–2025 döneminde İran ile İsrail arasında tırmanan gerilim, yalnızca vekil aktörler üzerinden yürütülen dolaylı çatışmalarla sınırlı kalmamış, tarihte ilk kez iki ülke arasında doğrudan ve açık bir askeri çatışmaya dönüşmüştür. Bu çatışma, Orta Doğu’daki kırılgan güvenlik dengelerini ciddi şekilde sarsarken, İran’ın iç siyasal yapısından başlayarak bölgesel düzeyde geniş kapsamlı sonuçlar doğurmuştur. Çatışmanın neden olduğu askeri, ekonomik ve toplumsal yansımalar sadece İran ve İsrail ile sınırlı kalmamış; Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan gibi bölge ülkeleri üzerinde de hissedilir etkiler yaratmıştır. Aynı zamanda bu kriz, Körfez ülkeleri ve küresel enerji piyasaları açısından da ciddi belirsizlikler doğurmuş, petrol ve doğal gaz fiyatlarında dalgalanmalara yol açmıştır (Reuters, 17 Haziran 2025).

Bu çalışma, İran–İsrail gerilimini inceleyerek, özellikle İran’ın iç dinamikleri üzerindeki dönüşümleri ve bu dönüşümlerin komşu ülkelere yansımalarını analiz etmeyi amaçlamaktadır. İran’daki rejim içi güç dengeleri, toplumsal tepkiler, ekonomik kırılganlıklar ve güvenlik politikalarındaki değişimler, bu çatışmanın en önemli iç yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan Türkiye gibi bölgesel aktörlerin bu kriz karşısındaki pozisyonları ve aldıkları tedbirler, yalnızca dış politika düzeyinde değil; aynı zamanda iç güvenlik, diplomasi ve enerji güvenliği açısından da değerlendirilmelidir.

2.İran’ın Rejim Güvenliği

İran rejimi, uzun yıllardır dış tehdidi bir iç yönetim aracı olarak kullanmaktadır. Özellikle İsrail karşıtı söylem, rejimin “devrimi koruma” doktrinini sürekli canlı tutmak için işlevselleştirilmektedir. İran-İsrail çatışmasının tırmandığı her dönemde, ülke içinde baskı mekanizmaları da aynı oranda sertleşmektedir. Devrim muhafızları, istihbarat birimleri ve Besic güçleri[2], yalnızca dış tehditlere karşı değil, aynı zamanda muhalefete karşı da daha agresif hale gelmekte ve baskısını arttırmaktadır. Güvenlik tehdidi gerekçesiyle iç muhalefete yönelik baskılar bu şekilde artmaktadır. Bu durum, gösteri ve protestoların bastırılması için ek yasal düzenlemeler ve güvenlik önlemleriyle desteklenmektedir. 2025 Haziran’ında başlayan saldırılar sonrası, Devrim Muhafızları ve istihbarat teşkilatları, medyaya, muhalif çevrelere ve akademisyenlere yönelik sert müdahalelerde bulunmuştur (Reuters, 19 Haziran 2025). İran-İsrail gerilimi, Tahran yönetimi tarafından dış tehdit algısını derinleştirerek halkı rejim etrafında birleştirme aracı olarak kullanılmaktadır. Bu, özellikle reformcu-muhafazakâr gerilimlerde rejime manevra alanı sağlamaktadır. Tarihsel olarak ele aldığımızda, 2022 Mahsa Amini olayları sonrasında artan toplumsal protestolar, İsrail ve Batılı ülkelerle ilişkilendirilmiştir. Protestoların ülke geneline yayılmasının ardından gelen bu açıklama, Reisi’nin ‘Amini’nin ölümünün ardından başlayan olaylar için Batı’nın ikiyüzlülüğünü suçlamasıyla devam etti (BBC, 20 Eylül 2022)

Yargının ve medyanın kontrolünü ise, rejimin yargı sistemini eleştiren gazetecilere, öğrencilere ve aktivistlere karşı bir baskı aracı olarak kullanması giderek yaygınlaşmaktadır. Özellikle İsrail ile ilgili yapılan eleştirel yorumlar dahi casusluk suçlamalarına konu olabilmektedir. İran, İsrail istihbarat servisi MOSSAD adına casusluk yapmakla suçladığı üç kişiyi idam ettiğini duyurmuştur. Bu kişiler, İran’da siber casusluk faaliyetleri yürütmekle suçlanmış ve yargı süreçlerinin ardından idam cezaları infaz edilmiştir. Ayrıca, İran’da MOSSAD ajanı oldukları suçlamasıyla birçok kişi tutuklanmış ve bazıları hakkında idam cezaları verilmiştir (Anadolu Ajansı, 18 Haziran 2025). İran’daki dini rejim, uzun vadeli varlığını büyük ölçüde bölgesel nüfuz alanları oluşturmaya ve vekil güçler üzerinden bölgeye şekil vermeye dayandırmaktadır. Bu süreçte İran, aynı zamanda uluslararası alanda yalnızlaşmamak için Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin desteğini, diplomatik korumasını ya da BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosunu bir güvenlik kalkanı olarak değerlendirmektedir.

İsrail cephesinde ise, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun İran’a karşı yürütülen operasyonlarda, özellikle Ayetullah rejimine yönelik “hızlı ve kesin bir zafer” arayışı dikkat çekmektedir. Netanyahu’nun bu süreçte uyguladığı strateji, hem bölgesel güç dengesini yeniden kurmayı hem de kendi iç siyasi pozisyonunu güçlendirmeyi amaçlayan riskli ve iddialı bir hamle olarak yorumlanmaktadır. Ancak bu hamlenin Netanyahu açısından siyasi karşılığını bulup bulamayacağı, önümüzdeki aylarda daha net ortaya çıkacaktır.

İran haber ajansı IRAS analizine göre, Haziran 2025’te İsrail tarafından Natanz, Hamedan ve Tebriz’de bulunan nükleer ve askeri tesislere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, İran’ın stratejik altyapısını doğrudan hedef almıştır. Aynı zamanda, bilim insanları ve üst düzey askeri komutanlara yönelik düzenlenen hedefli suikastlar, İran’ın entelektüel sermayesini ve askeri karar alma kapasitesini zayıflatmayı amaçlayan kapsamlı bir stratejinin parçası olarak değerlendirilmiştir (IRAS, 2025). İsrail’in saldırıları, İran’ın hem hava savunma sistemlerinde hem de istihbarat altyapısında ciddi zaaflar bulunduğunu gözler önüne sererken, ülkenin hayati öneme sahip noktalarına yönelik derinlemesine sızmaların gerçekleştirilebildiğini ortaya koymuştur.

Yapılan saldırıların ve hedeflenen noktaların kapsamına bakıldığında, İran içerisinde üst düzey yöneticiler, devlet adamları ve üst rütbeli askerlerin doğrudan hedef alındığı görülmektedir. Bu durum, yalnızca tesadüfi veya rastgele seçilmiş hedefler olmadığı, aksine derinlemesine ve ayrıntılı bir istihbarat çalışması sonucu belirlenen kritik isimler ve merkezlerin saldırıya uğradığı anlamına gelir. Böylelikle, İran’ın istihbarat teşkilatlarının hem dış tehditlere karşı koruma sağlamada hem de iç güvenliği temin etmede önemli zafiyetler barındırdığı ortaya çıkmaktadır. Bu zafiyet, rejimin güvenlik mimarisinde ciddi bir güvenlik açığı olduğunu göstermekte; özellikle kritik bilgi ve veri sızıntılarının dış güçler tarafından kullanıldığına işaret etmektedir. Üst düzey isimlerin hedef alınması, ayrıca içeriden bilgi sızdıran unsurların veya istihbarat servislerinde iş birliği yapan kişiler olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu bağlamda, saldırılar sadece fiziksel zararlar yaratmakla kalmayıp, İran rejiminin istihbarat güvenliği ve kritik karar alma mekanizmalarına yönelik derin bir güven krizini de tetiklemektedir. (IRAS, 2025).

Sonuç olarak, İran’ın güvenlik yapısındaki bu zayıflıklar, hem rejimin iç siyasi dengelerini sarsmakta hem de dış politikadaki caydırıcılık gücünü önemli ölçüde zayıflatmaktadır. İstihbarat alanında yaşanan bu zaaflar, İran’ın gelecekte benzer saldırılara karşı savunma kapasitesinin geliştirilmesi için acilen yapılması gereken reformların ve güvenlik önlemlerinin altını çizmektedir.

3.İsrail’in Ekonomi ve Güvenlikte Sarsılan Dengeleri

İsrail’in İran’la sürdürdüğü doğrudan askeri çatışmalar, sadece bölgesel istikrarı değil, aynı zamanda ülke ekonomisini ve toplumsal güvenlik algısını da ciddi biçimde etkilemiştir. Savaşın yol açtığı yüksek savunma harcamaları, enerji altyapısına verilen zararlar ve tedarik zincirlerindeki aksamalar, İsrail ekonomisinde hem kısa hem de orta vadeli kırılganlıkları arttırmaktadır. Bu süreçte, küresel enerji piyasalarında yaşanan dalgalanmalara da doğrudan etkide bulunulmuştur. Enerji ihracatı yapan ülkeler açısından riskler büyümüş, ithalatçı ülkeler açısından maliyetler yükselmiştir. İsrail’in İran’la doğrudan askeri çatışmaları, ülke ekonomisinde kısa ve orta vadeli kırılganlıkları artırmıştır. Savaşın ilk haftasında günlük harcamalar yaklaşık $725 milyon olarak gerçekleşmiş, bunların $593 milyonunu saldırılar, $132 milyonunu savunma ve seferberlik oluşturmuştur (TRT Global, 2025).

Bunların ötesinde, çatışmalar İsrail’in iç güvenliğine dair uzun süredir hâkim olan algıyı da sarsmıştır. İran tarafından başlatılan füze saldırısı, İsrail’in simgesi hâline gelen Demir Kubbe hava savunma sisteminin mutlak bir güvenlik kalkanı sunmadığını açıkça ortaya koymuştur. Sistem tehditleri etkisiz hâle getirmiş olsa da bazı saldırılar savunma ağını aşarak ülke topraklarına ulaşmış ve hem sivil yaşam alanlarında hem de askeri hedeflerde hasara yol açmıştır. Bu durum, halk arasında ciddi bir güvensizlik hissi yaratmıştır. Kuzeydeki yerleşim yerlerinde tahliyeler gündeme gelmiş ve kamuoyunun hükümete yönelik eleştirileri artmıştır (Reuters, 2025). Bu alandaki haberler ve raporlar, sistemin ‘mutlak güvenlik’ iddiasını sorgulatmıştır. Toplum nezdinde oluşan bu güvenlik açığı algısı, İsrail’in iç politik atmosferini ve savunma stratejilerini yeniden şekillendirme ihtiyacını doğurmuştur. Özellikle savunma altyapısının çeşitlendirilmesi, sivil savunma kapasitelerinin artırılması ve dış tehditlere karşı daha kapsamlı bir caydırıcılık politikası geliştirilmesi gerekmektedir. Mevcut kriz, yalnızca askeri teknolojilere yatırımın yeterli olmadığını, aynı zamanda çok katmanlı bir güvenlik stratejisi askeri caydırıcılık, diplomasi, ekonomik dayanıklılık önlemlerinin alınmasının elzem olduğunu göstermektedir.

4.İsrail-İran Savaşı’nın İran Ekonomisine Etkileri

İran-İsrail savaşıyla beraber bölgede artan gerilim yalnızca siyasi dengeleri değil, aynı zamanda ekonomik istikrarı da derinden etkilemiştir. Özellikle enerji koridorlarının geçtiği bu hassas coğrafyada yaşanan çatışmalar, küresel enerji piyasalarında ciddi dalgalanmalara yol açmış, uzmanlar, İran üzerinden geçen doğal gaz ve petrol hatlarının güvenliğine dair endişelerin, fiyatlarda ani artışlara neden olduğunu vurgularken, tedarik zincirlerinde meydana gelen aksamalar da birçok ülkenin ekonomik kırılganlığını artırmıştır. Bu süreçte enerji arzındaki belirsizlik, sadece bölge ülkelerini değil, küresel piyasaları da etkisi altına almıştır. Çatışmanın enerji piyasalarına yansımaları belirgindir. Güvenliği tehdit eden enerji altyapılarına yönelik saldırılar, özellikle Basra Körfezi geçişlerine dair endişeleri tetiklemiş. Bu durum brent petrol fiyatlarının 90–95 dolar bandına kadar yükselmesine yol açmıştır (Al Jazeera, 2025).

İran ekonomisi uzun yıllardır yaptırımların, bölgesel izolasyonun ve kronik yapısal sorunların etkisi altında kırılgan bir yapıya sahiptir. Ancak 2024 sonu itibarıyla İsrail ile yaşanan doğrudan çatışmalar ve bu süreci izleyen bölgesel gerilimler, İran’ı giderek daha belirgin bir savaş ekonomisine sürüklemiştir. İran’ın dış politikadaki sert tutumu ve İsrail karşıtı eylemleri, ülkenin ekonomik kırılganlıklarını daha da derinleştirmektedir. Zaten uzun süredir ağır ABD yaptırımları altında olan İran ekonomisi, savaş tehdidi ve silahlanma öncelikleri nedeniyle makroekonomik göstergeleri değil toplumun günlük yaşamını da doğrudan etkilemektedir.

Ambargo altında sınırlı döviz girdisi ve ithalatın zorlaşması, iç pazarda ciddi bir arz sıkıntısına yol açmıştır. Bu durum, paranın değer kaybıyla birleştiğinde halkın alım gücünü dramatik biçimde düşürmüş ve orta sınıfın hızla yoksullaşmasına neden olmuştur. Daha da çarpıcı olan, halkın günlük tüketimindeki temel ihtiyaçların artık lüks kalemlere dönüşmesidir. Bu ekonomik ortamda hükümet, tüketim sübvansiyonlarını azaltmak ve devlet gelirlerini savaş bütçesine aktarmak zorunda kalmış, bu da enflasyonist baskıyı daha da artırmıştır.

İran bankalarının uluslararası ödeme sistemlerinden dışlanması, dış ticareti neredeyse imkânsız hâle getirmiştir. Teknoloji ve enerji sektörlerine yönelik ithalat kısıtlamaları, özellikle rafineri teknolojisi, elektrik altyapısı ve tıbbi cihazlar gibi kritik alanlarda üretimi olumsuz etkilemektedir. Hürmüz Boğazı çevresinde artan güvenlik riski, İran petrolünün taşınabilirliğini farklı kanallara kaydırmış ve bu da petrol ihracat gelirlerinde düşüşe yol açmıştır.

Bombalamaların başlamasından önce dahi İran ekonomisi ciddi bir düşüş içerisindeydi. Çalışma çağındaki her on kişiden altısı işsizdi. Enflasyon oranı geçtiğimiz yıl %35’e ulaşmıştı. Nüfusun yaklaşık %18’i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Enerji kaynakları açısından zengin olmasına rağmen, İranlı yetkililer elektrik üretiminde düşük kaliteli bir rafineri yan ürünü olan fuel oil kullanmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, doğalgaz ve petrol ihraç eden bir ülke için ciddi bir yapısal enerji krizine işaret etmektedir (The Economist Farsi, 2025).

Bu durumun farkında olan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’a karşı yürütülen saldırılarda yalnızca askeri hedefleri değil, ekonomik altyapıyı da öncelikli hedef haline getirmiştir. Şimdiye kadar gerçekleştirilen tüm saldırılarda İsrail’e ait savaş uçakları, İran’ın iki doğalgaz sahasını, birkaç petrol üretim tesisini ve bir otomobil fabrikasını vurmuştur (The Economist Farsi, 2025).

Bu saldırılar, yalnızca İran’ın savunma kapasitesini değil, aynı zamanda halkın temel yaşam kaynaklarını hedef alarak rejimi ekonomik olarak zayıflatmayı amaçladığı açıktır. İran’a yönelik hava saldırılarının ardındaki stratejik mantık, ülkeye uygulanan uluslararası yaptırımların temel felsefesiyle örtüşmektedir. Bu müdahalelerin başlıca amacı, İran hükümetinin vergi gelirlerini azaltarak kamu kaynaklarını sınırlamak ve böylece nükleer programını sekteye uğratmaktır. Ancak, İran’ın en önemli güvenlik kanadı olan İslam Devrim Muhafızları’nın nükleer programın geliştirilmesinde oynadığı belirleyici rolü unutmamak gerekir. Devrim Muhafızları, ülkenin resmi ekonomisinin dışında, yaptırımlardan doğan ekonomik boşlukları kâra dönüştüren büyük ölçüde şeffaf olmayan bir ticaret ağı kurmuştur. Bu yapı, İran ekonomisinin önemli bir kısmını kontrol altında tutmakta ve dış müdahalelerin etkisini sınırlamaktadır. İran ile İsrail arasındaki tansiyonun yeniden yükselmesi durumunda, İsrail’in öncelikli hedeflerinden birinin Devrim Muhafızları’na ait üsler olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yapıların büyük kısmı zaten daha önceki saldırılarla ciddi şekilde hasar görmüş durumda ve Devrim Muhafızları’nın lojistik ve dağıtım ağının bir parçası oldukları düşünülmektedir. Bu askeri tesislerin yeniden inşası ise oldukça yüksek maliyetler doğuracaktır.

Bültenimize Abone Olun

Öte yandan, geçmişte uygulanan petrol yaptırımları, İran ekonomisinin dış ticaretini tamamen durduramamış, yalnızca ihracat süreçlerinde geçici yavaşlamalara neden olmuştur. İranlı aktörler, bu dönemde sevkiyatlarını farklı yollarla sürdürmenin yöntemlerini geliştirmiştir. Dolayısıyla, yaptırımların etkisi sınırlı kalmış, sistem tamamen işlemez hâle gelmemiştir.

Tüm bu gelişmelerin ortasında, ülkede artan enflasyon ve temel ihtiyaç maddelerine erişimde yaşanan sıkıntılar halk üzerindeki baskıyı daha da artırmaktadır. Buna rağmen, rejim güvenliğini sağlayan kurumların finansmanı, devletin öncelikli harcama kalemlerinden biri olmaya devam etmektedir. Bu da halkın, ağır ekonomik koşullara rağmen, güvenlik aygıtının maliyetini dolaylı olarak taşımaya devam ettiğini göstermektedir.

5.Bölgesel Bloklar

Ortadoğu’da son yıllarda giderek belirginleşen bölgesel dengeler, iki ana eksen etrafında yeniden şekillenmektedir. Bu yapılanma, yalnızca devletlerin dış politika tercihleriyle değil, aynı zamanda ideolojik yönelimleri, güvenlik öncelikleri ve küresel aktörlerle kurdukları ilişkiler üzerinden de belirlenmektedir.

Bir yanda, istikrarı, ekonomik kalkınmayı ve teknolojik dönüşümü önceleyen, batı ile siyasi, askeri ve ekonomik iş birliği içinde olan bir blok bulunmaktadır. Bu blok içerisinde İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler bulunmaktadır.  İsrail’in yüksek teknoloji kapasitesi, BAE’nin finans gücü, Suudi Arabistan’ın enerji kaynakları ve Mısır’ın jeopolitik konumu, bu ittifakı bölgesel düzlemde etkili kılmaktadır. Bu blok, İran’ın bölgesel etkisini sınırlandırmaya ve küresel sermaye ile uyumlu bir düzenin sürdürülmesine odaklanmaktadır. Körfez ülkeleri açısından bu tercih, rejim güvenliği ve ekonomik istikrarın bir teminatı olarak değerlendirilmektedir.

Öte yandan, karşı cephede İran İslam Cumhuriyeti’nin desteklediği örgütlerden oluşan bir blok bulunmaktadır. Bu cephe, Batı’nın bölgeye yönelik müdahalelerine ve İsrail’in varlığına karşı koyma söylemi etrafında şekillenmektedir. İran’ın doğrudan veya dolaylı olarak desteklediği aktörler arasında Lübnan’daki Hizbullah, Gazze’deki Hamas ve İslami Cihad, Yemen’deki Husiler ve Irak’taki çeşitli Şii milis gruplar yer almaktadır. Bu yapı, yalnızca askeri değil aynı zamanda ideolojik ve dini bir birliktelik üzerinden hareket etmektedir.

İran’ın bu yapıdaki merkezi rolü, yalnızca vekil güçler aracılığıyla değil, aynı zamanda yumuşak güç stratejileri, medya ağları ve siyasi ideoloji ihracı yoluyla da kendisini göstermektedir. Özellikle Kudüs meselesi, Batı karşıtlığı ve anti-siyonist söylem, bu bloğun ortak zemini olarak işlev görmektedir. Direniş cephesi, yalnızca İsrail’i değil, onunla iş birliği yapan tüm rejimleri de hedef alan bir strateji izlemektedir.

İran İslam Cumhuriyeti’nin desteklediği vekil güçlerin karşısında, İsrail’in de bölgesel nüfuzunu güçlendirmek ve stratejik hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla çeşitli aktörlerle dolaylı ya da doğrudan ilişkiler geliştirdiği görülmektedir. İsrail, resmi olarak desteklediğini açıkladığı ya da örtülü biçimde iş birliği yaptığı bazı gruplar ve siyasi aktörler üzerinden bölgedeki dengeyi kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır. Örneğin, Suriye iç savaşında İsrail’in özellikle kuzey ve doğu bölgelerindeki Kürt gruplara yönelik stratejik yaklaşımları, İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’deki nüfuzunu sınırlamaya dönüktür. Aynı şekilde, Uluslararası Kriz Grubu raporları, Irak ve Suriye’deki yerel kabile ve milislerle kurulan istihbarat ilişkilerinin İsrail’in bölgede karşı gücünü oluşturduğunu belirtmektedir (International Crisis Group, 2024). İsrail’in, Batı Şeria’da El Fetih gibi farklı Filistin aktörleriyle de temas ve iş birliği çabaları bilinmektedir. Bölgesel enerji politikalarında ise İsrail, Doğu Akdeniz’de Lübnan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile ittifak kurarak İran destekli Hizbullah’a karşı askeri ve ekonomik bir denge oluşturma stratejisi izlemektedir (Carnegie Endowment, 2023). Bu ittifaklar, bölgesel enerji kaynaklarının kontrolü ve güvenliği için hayati öneme sahiptir.

Bu iki blok arasındaki temel fark yalnızca kimin yanında pozisyon alındığı değildir. Bir taraf ekonomik entegrasyon, enerji güvenliği ve küresel sermaye ile uyum içinde bir düzeni savunduğunu belirtmektedir. Diğer taraf ise, bölgesel güç dengesini koruma, dini-millî misyon ve anti-emperyalist direniş üzerine kurulu bir mücadele verdiğini söylemektedir. İran-İsrail çatışmasının tırmanması, bu iki eksen arasındaki kırılgan dengeyi daha da görünür kılmış olup tarafsız kalmaya çalışan aktörleri de pozisyon almaya zorlamıştır. Türkiye gibi bölgesel güçler açısından bu kutuplaşma hem fırsatlar hem de ciddi riskler barındırmaktadır. Bu bağlamda, İran’ın vekil güçleri üzerindeki etkisinin artması ya da İsrail’in bölgedeki ekonomik-siyasi nüfuzunu genişletmesi, yalnızca bu iki ülkeyi değil, tüm Ortadoğu güvenlik sistemini doğrudan etkilemektedir.

İran-İsrail geriliminin bölgesel etkileri, sadece doğrudan çatışma içindeki aktörleri değil, aynı zamanda çevre ülkelerin dış politika ve güvenlik yapısını da yeniden şekillendirdiği görülmüştür. Bu bağlamda, Türkiye’nin konumu, tarihsel arka planı, dış politikası ve bölgesel etki kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda, çatışmanın doğrudan tarafı olmamakla birlikte önemli bir bölgesel denge unsuru olarak öne çıktığı görülmüştür. Türkiye, çatışmada doğrudan taraf olmaktan kaçınarak arabuluculuğa hazır bir aktör olduğunu vurgulamıştır.

Unutmamamız gereken en önemli unsur, Türkiye’nin coğrafi konumu itibarıyla Ortadoğu’nun merkezinde yer almasıdır. Şiddet olaylarının sıklıkla yaşandığı özellikle Suriye ve Irak gibi kırılgan devlet yapılarına komşuluğu sebebiyle, bölgede yaşanacak her türlü askeri müdahale ve şiddet olaylarının doğrudan etkisini hissedebilecek ülkelerden biridir. Çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde Türkiye, çoğu zaman doğrudan taraflara çağrılarda bulunarak gerilimin düşürülmesini talep etmekte ve diplomasiyi önceleyen açıklamalarla öne çıkmaktadır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 13 Haziran 2025 tarihli açıklamada, İsrail’in İran’a yönelik hava operasyonları ‘uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bir provokasyon’ olarak nitelendirilmiş ve kınanmıştır (Dışişleri Bakanlığı, 13 Haziran 2025).

6.Sonuç

İran-İsrail hattındaki çatışma, yalnızca iki devlet arasında yaşanan bir çıkar mücadelesi değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel düzenin kırılgan dengelerini açığa çıkaran, daha derin ve yapısal sorunların bir yansımasıdır. İran’ın ideolojik temellere dayanan vekâlet savaşı stratejisi, bölgeyi istikrara değil, sürdürülebilir bir kaosa sürüklemektedir. Öte yandan İsrail’in askeri üstünlüğü ve istihbarat operasyonlarıyla elde ettiği taktiksel kazanımlar, uzun vadede bölgesel güvenliği inşa etmeye yetmemektedir. Bu çatışmanın bir kazananı yoktur. Aksine her yeni saldırı, Ortadoğu’da yeni bir krizin tetikleyicisi haline gelirken, sivillerin güvenliği küresel aktörlerin jeopolitik hesapları arasında kaybolmaktadır.

İsrail’in güvenlik stratejisi adı altında yürüttüğü birçok askeri hamle, uluslararası hukuku zorlayan, hatta açıkça ihlal eden eylemlerle örtüşmektedir. Bu durum, bölgedeki hukuki normların giderek aşındığı ve devlet dışı aktörlerin savaşın asli unsurlarına dönüştüğü yeni bir güvenlik yapısının şekillendiğini göstermektedir.

Öte yandan İran’ın askeri kapasitesi ve istihbarat yapılanmasındaki zayıflıklar, İsrail’in saldırgan güvenlik anlayışıyla birleştiğinde, iki ülkenin de uzun vadeli bir barış vizyonuna değil, karşılıklı yıpratma stratejilerine yatırım yaptığını açıkça ortaya koymaktadır. Uluslararası toplum ise bu çatışmayı çoğunlukla yalnızca güç dengesi bağlamında değerlendirmekte, sivillerin yaşadığı insani krizleri, marjinal ve ikincil bir mesele olarak görmektedir. Oysa İran-İsrail gerilimi, Ortadoğu’daki kronik güvensizlik ortamının hem bir sonucu hem de süreklilik kazanan bir tetikleyicisidir.

Bu bağlamda Türkiye’nin konumu da dikkatle değerlendirilmelidir. İran ile kültürel ve tarihsel bağları olsa da Türkiye NATO üyesi ve Batı ile stratejik ilişkileri güçlü bir ülkedir. Ankara, doğrudan taraf olmamakla birlikte, İran ve İsrail arasındaki gerilim karşısında izlediği denge politikası sayesinde zaman zaman arabulucu rolü üstlenmiş, zaman zaman ise tarafsız ve temkinli bir çizgide kalmayı tercih etmiştir. Ancak çatışmaların tekrarlanması ve genişlemesi doğrudan ya da dolaylı biçimde Türkiye’nin güvenlik ve enerji alanlarını etkilemesi hâlinde, Ankara’nın daha aktif ve yönlendirici bir pozisyona geçmesi kaçınılmaz olabilir. Türkiye için güvenlik kaygıları arasında olan bir unsur ise; İran’ın desteklediği Şii milis güçler ve vekil aktörlerdir. Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin güvenlik ve stratejik çıkarlarıyla doğrudan çatışmaktadır. İsrail için Türkiye’nin tutumu ise ne tam anlamıyla İsrail’in dostu ne de düşmanı konumundadır. İsrail için bir belirsizlik unsuru olmakla beraber, aynı zamanda bölgedeki çatışmaların sınırlandırılması için pragmatik bir avantajdır. Türkiye’nin doğrudan İran safında yer almaması, İsrail açısından bölgesel dengelerin daha karmaşık olmasını sağlamakla birlikte, Ankara’nın İsrail’le ilişkileri tamamen koparmaması, İsrail için önemli bir avantajdır. Türkiye, geçmişte İsrail ile inişli çıkışlı bir ilişki yaşamış olsa da özellikle ekonomik ve teknolojik alanlarda iş birliği devam etmektedir. Türkiye, İran ve İsrail arasındaki gerilimde tarafsız ve dengeli bir pozisyon izleyerek, bölgesel istikrarı ve kendi ulusal çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.

Son tahlilde İran-İsrail gerilimi, yalnızca bu iki ülkenin değil, Orta Doğu’nun genel güvenlik yapısını, uluslararası hukukun meşruiyet sınırlarının ve bölge halklarının yaşam güvencelerinin tehdit altında olduğu bir jeopolitik fay hattı olarak varlığını sürdürmektedir. Kalıcı barışın tesisi yalnızca silahların susmasıyla değil, aynı zamanda bölgesel aktörlerin güvenlik anlayışlarında ve dış politika önceliklerinde radikal bir dönüşümle mümkün olabilir. Bu çatışmayı yalnızca askeri hamleler veya politik söylemler düzeyinde değil tarihsel, diplomatik ve hukuki katmanlarıyla birlikte okumak, çözüm değilse de en azından krizi doğru anlamak açısından zorunlu bir yaklaşımdır.


Kaynakça

Reuters. (2025, June 17). Israel-Iran war already takes toll on oil, gas sector. Reuters. https://www.reuters.com/markets/commodities/israel-iran-war-already-takes-toll-oil-gas-sector-2025-06-17

Reuters. (2025, June 19). Turkey has increased border security amid Iran-Israel conflict, sees no migrant influx. Reuters. https://www.reuters.com/world/middle-east/turkey-has-increased-border-security-amid-iran-israel-conflict-sees-no-migrant-2025-06-19

BBC. (20 Eylül 2022). https://www.bbc.com/turkce/articles/cgrdnv74zr8o

IRAS. (2025, Haziran 20). حمله ژوئن ۲۰۲۵ اسرائیل به ایران و پیامدهای راهبردی آن  IRAS – Institute for Iran and Eurasia. https://www.iras.ir/حمله-ژوئن-2025-اسرائیل-به-ایران-و-پیامدها/

Anadolu Ajansı. (2025, Haziran 18). İran’da Mossad ajanı oldukları suçlamasıyla birçok kişi tutuklandı. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/iranda-mossad-ajani-olduklari-suclamasiyla-bircok-kisi-tutuklandi/3603390

TRT Global,2025 https://trt.global/world/article/d4fd7043661a

Al Jazeera, 2025 https://www.aljazeera.com/economy/2025/6/16/what-would-an-israel-iran-war-mean-for-the-global-economy

IRAS. (2025, Haziran 20). IRAS – Institute for Iran and Eurasia. https://www.iras.ir/حمله-ژوئن-2025-اسرائیل-به-ایران-و-پیامدها/

The Economist Farsi. (2025, Temmuz). Inside Iran’s war economy. https://www.economistfarsi.com/2025/07/inside-iran-war-economy/

The Economist Farsi. (2025, Temmuz). Inside Iran’s war economy. https://www.economistfarsi.com/2025/07/inside-iran-war-economy/

(Dışişleri Bakanlığı,2025 13 Haziran)

https://www.mfa.gov.tr/no_-121_-israil-in-iran-a-yonelik-saldirisi-hk.en.mfa?utm

[1] https://kapdem.org/iran-israil-catismalari-ve-tarihsel-seyir/

[2] Besic, Ayetullah Humeyni tarafından Kasım 1979’da İran’da kurulan, gönüllü milis teşkilatıdır. Örgütün resmi adı Besic Direniş Gücü’dür. Besic, günümüzde İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’nun bir alt koludur ve devlete çalışan gönüllü kişilerden oluşur.

İlgili İçerikler

KAPDEM Dijital

Kamu Politikası, Devlet Yönetimi ve Toplumsal Gelişim Merkezi (KAPDEM), Türkiye’de siyaset bilimi ve kamu yönetimi, kamu politikaları ile ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal konulardaki temel kamusal, yönetimsel/idari/siyasi kararlara odaklı çalışmalar yapmak, projeler geliştirmek ve yenilikçi ve çözüm odaklı yaklaşımlara katkıda bulunmak üzere kurulmuştur. KAPDEM; tamamen bağımsız, tarafsız ve gönüllülük esasına dayalı olarak kurulmuş bir düşünce kuruluşudur. Herhangi bir siyasi parti, çıkar grubu, baskı grubu veya ulusal/uluslararası/ulus ötesi yapı ile organik bir bağı ya da ilişkisi yoktur. Bağımsız ve tarafsız kalmayı temel kuruluş ilkesi olarak benimsenmiştir.

Aboneliğiniz kaydedilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
Aboneliğiniz başarıyla gerçekleşti.

BÜLTENİMİZE ABONE OLUN

Yayınlarımız, etkinliklerimiz ve 

duyurularımızdan haberdar olmak için 

abone olun

© KAPDEM 2025 | Tüm hakları saklıdır. İçerikler izinsiz olarak ve kaynak gösterilmeden kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve başka mecralarda kullanılamaz.